İLK TÜRKÇE KONUŞAN İNSAN KİMDİR? GİT ÂDEM’E TÜRKÇE SÖYLE
MUHARREM GÜNAY SIDDIKOĞLU
Cenab-ı Allah Bakara suresi 30, 31 ve 32. ayetlerde şöyle buyuruyor: „ Ve iz gale rabbüke lilmelaiketi inni cailün fil ardı halifeten, galü etec’alü fihe men yüfsidü fihe ve yesfiküddimae, ve nahnü nüsebbihu bi hamdike ve nügaddisüleke , gâle inni e’lemü mala te’lemune* ( Bkara/30 ) „ ve alleme ademel esmae küllehe sümme aradehüm alelmelaiketi fegale enbiüni biesmai heülai in küntüm sadıgın* ( Bakara/31 ) „ galü sübhaneke la ilmelena illa ma allemtena , inneke entel alimul hakim* ( Bakara Suresi, 32 )
“Rabbin ( ezeli iradesi Ademi var kılmayı Murat ettiğinde ) meleklere, „ Ben yeryüzünde herhalde ( emirlerimi yerine getirecek ) bir halife var kılacağım „ demişti. ( Melekler de ) orada fesat çıkaracak kan dökecek kimse mi yaratacaksın? Oysa biz seni hamdinle tesbih ve takdis ediyoruz demişlerdi. ( Allah ), „ Şüphesiz ki benim bildiğimi siz bilmezsiniz „ demişti. ( Bkara/30.ayet ) „
Allah, Adem’e ( gerekli olan ) bütün ( eşyanın ) isimlerini öğretti. Sonra o eşyayı meleklere göstererek „ ( iddianızda ) doğru iseniz, bunların isimlerini bana haber verin „ buyurdu.“ ( Bakara/31 ) „ ( Melekler de ) : Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka hiç bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz ki, sen her şeyi bilensin ve yegane hikmet sahibi olan da ancak sensin „ demişlerdi „ (Bakara/32 ) „
( Allah) Ey Adem! Bunlara onların isimlerini haber ver.“ Buyurdu. Adem onlara sözü edilen eşyanın isimlerini haber verince ( Allah meleklere): „ Size demedim mi, ben göklerin ve yerin gaybını ( görünmeyen bilinmeyen şeylerini de ) her halde bilirim ve sizin açıkladığınızı da , gizli tuttuğunuzu da bilirim.“ (Bakara/33)
Yüce Allah’ın Ademe lüzumlu her şeyin veyahut bütün eşyanın ismini öğretmesi, ilk insanların vahşi değil de medeni olduğunu ve insanca yaşama yollarını bildiğini gösterir.
Cenab-ı Hakk tarafından Adem aleyhisselam’a öğretilenler nelerdir? Biraz da bu konu üzerinde duralım: Bu konuda çeşitli rivayetler vardır. Bu görüşlerden çıkan ortak sonuçlara göre, Cenab-ı Allah Adem’e; Evrene/ uzaya ait fiziki malumat ve bilgileri,Meleklerin ismi ve görevlerini, Hz. Adem’den kıyamete kadar gelmiş ve gelecek olan bütün insanların isimlerini ve biz insanların icat ettiği bulduğu her şeyin adlarını öğretmiştir. Düşününki o anda insanların bedenleri yok fakat ruhlarımız ve nefislerimiz vardır. Allah tarafından biz dünyaya gelmeden ruhlarımız ve nefislerimiz yaratılmıştır. Ve Allah (cc ) bunları meleklere gösterip, “Haydi bunların isimlerini söyleyin” deyince; Melekler : “Ya Rabbi, sübhansın; Bizler için senin bize öğrettiğinden başka ilim ne mümkündür! Alim ve Hakim olan şüphesiz sensin” deyip sükut ettiler. Fakat Âdem aliyhisselam hepsinin adını bir bir saydı.
Hz. Âdem ilk insan ve ilk Peygamber ve bütün insanların atası olması nedeniyle; kendi soyundan gelecek ve ileride şubelere-milletlere ayrılıp çeşitli dilleri konuşacak insanların hem isimlerini hem de konuşacakları dillerin yani bu gün yeryüzünde konuşulan dillerin hepsini ve bütün mahlukatın dilini biliyordu.
Müfessirler Bakara suresinin 31. Âyetinin tefsirini yaparken şu görüşlere yer verirler.
Merhum Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi hazretleri bu ayetin tefsirinde şöyle der:
“Haberde gelmiştir ki, Allah Teâlâ Âdem’e yediyüzbin lügat ta’lim buyurdu. Âdem –aleyhisselam- mu’cizâtından olarak kıyâmete kadar gelecek evlâdlarının lisanlarıyla konuşabilirdi: Arapca, Farsça, Rumca, Süryanca, Yunanca, İbrânice ve diğer dillerle konuşurdu. (Ramazanoğlu Mahmud Sami, Bakara Sûresi Tefsîri, 101, 102, Erkam Yayınları)
Mahmud Ustaosmanoğlu Efendi hazretleri ise şu izâhatı yapar:
“Nesefî ve Rûhu’l- Beyan tefsirlerinde zikredildiğine göre, Âdem (Aleyhisselâm) e eşyanın isimlerinin öğretilmesindeki mana şudur: Mevlâ Teâlâ bütün yarattığı şeylerin cinslerini Âdem (Aleyhiselâm) e gösterdi ve ona, meselâ şunun ismi at’tır, şunun ismi karıncadır, şu şuna yarar, bu, buna yarar şeklinde bütün eşyanın isimlerini ve her birinin menfaatlarını bütün lügatlarıyla ilham etti. (öğretti) ve bir ilmi zaruri suretiyle târif ve tâyin buyurdu. (Âdem (Aleyhisselâm) öğrenmek için hiçbir zorluk çekmeden kendisini bilmesi gibi bütün bu varlıkların isimlerini Mevlâ Teâlâ’nın bildirmesiyle bildi.) İbn-i Abbas (Radıyallâhu Anhumâ) dan mervi (rivayet edilmiş) tir ki: Mevlâ Teâlâ Âdem (Aleyhisselâm) e bütün eşyanın isimlerini, hatta çanağı, kepçeyi ve kıyamete kadar icat edilecek bütün eşyanın isimlerini, bütün lügatleriyle (söyleniş şekilleriyle birlilkte) öğretti. Hülâsa (özetle), Allah-u Tealâ bütün eşyanın mahiyetlerini (yaratılacakların ne olduklarını), özelliklerini, isimlerini, bütün ilim ve idrakların (bilgi ve anlayışların) asıl ve kaidelerini (temellerini), bütün sanatların âletlerini, Meselâ: yazmak için kalemi, dikiş için iğneyi, ilham yoluyla Âdem (Aleyhisselâm) e öğrettikten sonra, Meleklere bu meseleleri kendisine haber vermelerini emretti. Onlarda haber veremediler. Bu emirden maksat onlara acziyet (güçsüzlük)lerini bildirerek susturmaktır, yoksa teklifi (sorumlu tutucu), bir emir değildir ki, muhal (imkansız olan bir şey) i teklif (yüklemek) olsun. (Mahmud Ustaosmanoğlu, Ruhu’l-Furkan Tefsiri 1,261,262, İstanbul 1991, Sirac Kitabevi)
Tefsirlerimizde Hz. Âdem’e öğretilen bu isimlerden maksadın hem diller hem de varlıkların mahiyeti, adları ve sıfatları olduğu bildirilmektedir.
Fahri Râzi, et-Tefsîrü’l- Kebîr isimli tefsirinde bu hususa bir açıklık getiriyor ve özetle şöyle diyor:
Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’e, yaratmış olduğu bütün varlıkların isimlerini âdemoğlunun konuşacağı çeşitli dillere göre öğretti. Âdem de (A.S.) bunları evlâtlarına öğretti. O vefat ettikten sonra çocukları yeryüzünün çeşitli bölgelerine dağıldılar. Her biri belli bir dille konuşmaya başladı. Ve artık onda ve orada o dil hâkim oldu. O bölgede diğer diller unutuldu. İşte Hz. Âdem’in çeşitli dillerle konuşmasının sebebi budur (et-Tefsîrü’l-Kebir, 2:176).
İsmet Cemiloğlu tarafından yayımlanan, 14. Yüzyılda Anadolu’da yazılmış Bir Kısasü’l-Enbiyâ’da Hz.Âdem’in dili üzerinde şu bilgilere yer verilmiştir.
“…haberde gelmişdür kim Hak Ta’âlâ cümle nesnenin adını Âdeme bildürdi. İbn Abbas eydür: ‘Âdem peygamber yidi yüz dürlü lügat bilirdi, amma efdali Arab dilidür…”
Buradaki nakillere bakıldığında Âdem’in tek dilli olmadığı, kendisine Allah tarafından Türkçe de dâhil olmak üzere birçok dil öğretildiği anlaşılmaktadır. Ama bu diller arasında hangi dilin daha üstün olduğu konusu her dilin konuşuru bakımından farklılık göstermektedir. Örneğin Cemiloğlu tarafından yayımlanan Kısasü’l Enbiya’ da, bütün dilleri bilen Âdem yedi yüz dil bilmekte ama bunlar arasında en iyi ve tercih edileni Arapça olarak gösterilmektedir. Bununla birlikte meseleye Türkçe tarafından bakan ve Âdem’in dilinin Türkçe olduğunu savunan görüşler de vardır. Bunların bir kısmının kaynağı belliyken bir kısmı ise herhangi bir kaynağa dayanmamaktadır.
Bu tezin bilinen ilk savunucusu 15. yy.’da yaşamış Kaygusuz Abdal’dır. Gülistan adlı eserinde bu görüşünü dinî temelde ele alır. Ona göre, Tanrı emriyle Hz. Âdem’i cennetten çıkarmak isteyen Cebrail, Âdem’e cennetten çık dediyse de Cebrail’in dilini anlamayan Âdem cennetten çıkmaz. Tanrı, Cebrail’e, “Âdem’e ‘Türkçe hitap et!” der. Âdem, kendisiyle Türkçe konuşan Cebrail’i anlayarak cennetten çıkar:
Hak buyurdı Cebrâil’e var didi
Âdem’i cennet içinden sür didi
Geldi Cebrâil Âdem’e söyledi
Hak buyurdugın ıyân eyledi
Cebrâil didi çıkgıl uçmakdan Âdem
Tanrı’nın buyrugı budur işbu dem
Niçe ki söyledi hergiz gitmedi
Cebrâil’ün sözini işitmedi
Türk dilin Tanrı buyurdı Cebrâil
Türk dilince söylegil dur git digil
Türk dilince Cebrâil “hey dur” didi
“Durı gel uçmagın terkin ur” didi (Güzel. 1987, s. 16-17, 2004, s. 272; Nalbant, 2015, s. 75-76).
Hz. Âdem kendi soyundan gelecek bütün dilleri bildiğine göre elbette Türkçe de biliyordu. Büyük İslâm âlimlerinden Rûhul beyan tefsirinin müfessiri İsmail Hakkı Bursevî (Doğumu M. 1652) hazretleri Hz. Âdem’in cennetten çıkma vakti geldiğinde Türkçeyi diğer bildiği dillere tercih ederek Cebrâil aleyhisselamla Türkçe konuştuğunu nakleder. İsmail Hakkı BURSAVİ Hazretleri, İstanbul Kütüphanesi’nde kayıtlı “HADİS-İ ERBAİN“ adlı eserde Bakara Suresi 31. ayetin tefsirini yaparken şöyle der:
“GİT ÂDEM’E TÜRKÇE SÖYLE”
Âdem’in cennetten çıkma vakti gelince Cenab-ı Allah bunu haber vermesi için CEBRAİL’İ gönderir. Cebrail durumu Adem’e bildirir. “Âdem tınmadı“ yani emri duymazlıktan geldi. Cebrail durumu Allah’a bildirince ALLAH (C.C.) Cebrail’e: “Git Âdem’e lisan-i Türki ile söyle“ der. Cebrail gelir ve Türkçe olarak cennetten çıkma emrini tebliğ eder. “Âdem cennetten lisan-i Türki ile ‘kalk‘ dimekle kıyam idip çıkmıştır. Zira ahir zamanda tasarruf (Dünyayı idare etme görevi ve dünyada söz sahibi olmak) Türk’ündür.“(Bursaavî, 1317, s.26; Nalbant, 2015, s. 75-76).
Büyük Tefsir Âlimlerinden Elmalılı Hamdi YAZIR da Bakara 31. ayetin tefsirini yaparken:
“Lisan hususunda bütün Âdemoğullarının zamanımıza kadar vaki olan tenevvü (dillerin çeşitlenmesi) ve (bilimsel) ilerlemelerin hepsi, esas itibariyle, Hz. Âdem’in yaratılış bakımından şereflendirildiği bu isimleri öğretme özelliğine borçludur.” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, cilt 1, sayfa 267) der.
Tevrat’ta da ‘yaratılış‘ bölümünde “Bütün dünyanın dili birdi“ denilmektedir. (Tevrat, Yaratılış, 11, 1)
Yine tefsir âlimlerimizden Eski Afyon Müftüsü Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri’nin 1. cildinin 159. sayfasında dil konusunda şu bilgileri veriyor:
1- Dil, ilk insan Âdem ile başlamıştır.
2- İlk dil ve ona dayalı konuşmayı Allah bir lütuf olarak ilk insan Âdem’e öğretmiş, eşyanın ismini belletmiştir.
3- Yeryüzünde konuşulan diller tek kökten gelmedir. Çünkü Allah, Âdem’e mevcut eşyanın isimlerini öğretmiştir.
Büyük müfessir Fahrettin Razi’ye göre, Allah kâinatta var kıldığı her cins eşyanın isim ve sıfatlarını Âdem’e çeşitli lügat üzerine öğretmişti. Âdem’in (A.S.) çocukları da o lügatleri bilir ve konuşurlardı. Âdem (A.S.) ölünce çocukları yeryüzüne yayılıp her biri ayrı bir lügate göre konuşmaya başlamıştır. (C. Yıldırım, sayfa 159) Celal Yıldırım Hoca, İbranice’yi insanların ilk dili olduğunu iddia edenlere hitaben :”İbranice Musa Peygamber zamanında mevcut idiyse Mısır dili (Sümerce) nereden çıkmıştır?” diye sormaktadır. Ardından “Kur’an onların bu iddiaların çürütmektedir” deyip, yukarıdaki üç madde halinde verilen bilgileri aktarmaktadır. (C.Yıldırım,159)
İmam Kurtubi Bakara suresi 31. Âyetin tefsirinde şöyle der:
Doğrusu, insanlar arasında bütün dilleri ilk konuşan kişinin Âdem (a.s) olduğudur. Kur’an-ı Kerim de buna tanıklık et¬mektedir. Nitekim yüce Allah: “Âdem’e bütün isimleri öğretti” diye buyur¬maktadır. Bütün diller ise isimlerden ibarettir. Dolayısıyla bu diller, “isimler” tabirinin kapsamına girmektedir. (Bakara 31. Ayet, El Camiu li-Ahkami’l-Kur’an İmam Kurtubi)
Yahudilerin insanlığın ilk konuştuğu dilin İbrânice olduğu iddialarına karşılık, onların bu iddialarının gerçek dışı olduğunu söyleyip, İsmail Hakkı Bursevi hazretlerinin açıklamalarına dayanarak insanlığın ilk konuştuğu dilin Türkçe olduğunu ve bütün dillerin Türkçeden çoğaldığını söyleyen Kazım Mirşan gibi bilim adamları da vardır.
Bu gün yeryüzünde yaşayan insanların yaklaşık altı bin civarında farklı dil konuştukları bilinmektedir. Demek ki Cenâb-ı Hakk, bu dillerin hepsini Hz. Âdem’e öğretmişti. Fakat İsmail Hakkı Bursevi hazretlerinin de buyurduğu gibi Hz. Adem cennetten çıkarken kendisine Türkçe’nin dışındaki dillerle söylenen şeyleri duymazdan gelmiş bunun üzerine Yüce Rabbimiz Cebrai’e “Git O’na Türkçe konuş” diye emretmiş ve Cebrail de bu emri yerine getirmiştir. Öyleyse ilk Türkçe konuşan insan Hz. Âdem aleyhisselam’dır..Bizi asıl ilgilendiren konu ise, Bursavî hazretlerinin Hz.Adem’in Türkçe konuşmasından yola çıkarak “Âhir zamanda tasarruf (Dünya hâkimiyeti, dünyada söz sahibi olmak) Türk’ün olacaktır” müjdesini vermesidir. Aynı müjdeyi Allah’ın arslanı ve Sevgili Paygamberimizin damadı Hz. Ali de vermiştir:
Ni’mel Etrak-Türkler Ne Güzeldir
Sevgili Peygamberimizin damadı Hz. Ali (r.a.) de tıpkı peygamber Efendimiz gibi Türkeri övmüş ve İslâm dininin Türklerin eli ile yüceleceğine işaret buyurmuştur.
Nakşibendî Şeyhi ve Abdullah Dağistani’nin selefi olan Şeyh Zeynel Abidin Şerafeddin Dağistani (1875-1936)’ nin nakline göre:
“Bir gün Hz. Ali (ra)’e, kendisiyle birlikte muhârebe edenlerden biri muhârebe esnâsında:
Böyle bir fitnenin içinde bu işin sonu ne olacak?’ diye sormuş. O da:
‘Din kıyâmete kadar bâkîdir.’ dedikten sonra bir müddet başını önüne eğmiş, öylece kalmış. Hatta etrâfındakiler uyudu zannetmişler. Sonra Hz. Ali (ra) başını kaldırıp üç defâ:
‘Ni’mel Etrâk, ni’mel Etrâk, ni’mel Etrâk!’:
‘Türkler ne güzeldir! Türkler ne güzeldir! Türkler ne güzeldir!’ dedikten sonra: ‘Din Türkler elinde kalacak, Türkler ile yücelecek ve kıyâmete kadar bâkî kalacak!’ buyurmuştuır.”(Şeyh Şerafeddin Zeynel Abidin. Menâkıb-ı Şerefiyye; Şeyh Şerafeddin Dağıstani Hazretleri (K.S) hakkani.org)
Benin Bir Ordum Vardır ve Türk Dilini Öğreniniz Hadisleri
Hucurat suresi 13. Ayete göre insanları bir erkek ve dişiden yaratan, şubelere/milletlere ve kabilelere ayıran ve üstünlüğü ancak takvaya bağlayan Yüce Allah’tır. Bu ayete göre hiçbir milletin ve ırkın bir başka millete ve ırka yaratılış açısından hiçbir üstünlüğü yoktur. Yeryüzündeki diller açısından da aynı esas söz konusudur. Rum suresi 22. Ayete göre “İnsanların dillerinin ve ciltlerinin ayrı ayrı olması Allah’ın (varlığını, gücünü ve kudretini gösteren) ayetlerindendir. Yeryüzünde konuşulan bütün diller Allah tarafından yaratılmış ve Allah katında yaratılış açısından hiçbir dilin bir başka dile üstünlüğü yoktur.
İnsanlar arasından nasıl ki takva ve bilgi sahibi olmak bir üstünlük sebebi ise, diller arasında da ancak dilin zenginliği ve edebiliği ve kelime haznesi bakımlarından bir üstünlük söz konusu olabilir. Ayrıca dilin edebiliği ve zenginliği yaratılıştan değil daha sonraki zamanlarda ortaya çıkan bir gelişmedir.
Karahanlılar (840-1212) zamanında yaşayan Kaşgarlı Mahmud da bu gerçekten hareketle Türkçeyi Arapça ve Farsça karşısında savunmak ve en az onlar kadar zengin ve edebi bir dil olduğunu ispatlamak amacıyla Divan-ı Lügaat’it- Türk(1077) adlı eserini yazmıştır.
Divan-ı Lügaat’it- Türk adlı eserini ilk Müslüman Türk devleti olarak kabul edilen Karahanlılar zamanında (1077’de) yazan ve Türklere “Cündullah-Allah’ın Ordusu” diyen Kaşgarlı Mahmud, eserinde:
“Allah onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzünde ilbay kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı, dünya milletlerinin idare yularını onların eline verdi. Onları herkese üstün eyledi, kendilerini hak üzerine kuvvetlendirdi…” der (Kaşgalı,1333, 1: 3.).
Kaşgarlı’nın eserinde yer alan bir kudsî hadisi şertife göre ise:
“Yüce ve ulu olan Allah demiştir ki; “Benim bir ordum vardır, onlara Türk adını verdim ve doğu cihetine (ülkelerine) yerleştirdim. Herhangi bir kavme öfkelendiğim zaman işte bu Türkleri onların üzerine musallat eder (ve onları yola getiririm.) (Kaşgarlı,1333, s. 150)
Bu hadise başta Kütübü sitte olmak üzere sağlam hadis kaynaklarında rastlanmamıştır. Bizim için hadisi şerifin sahih olup olmadığından daha çok taşıdığı mâna önemlidir. Çünkü gerek İslâmi devirlerde gerekse İslam öncesi devirlerde Türklere hep bu gözle bakılmıştır. Attila’ya “Tanrı’nın kırbacı” denmiş, Oğuz Han yapmış olduğu savaşları “Tanrı’nın rızasını kazanmak amacıyla yaptığını ve Tanrı’ya borcunu ödediğini” ifade etmiştir. Tarihçiler ve İslam âlimleri Müslüman Türk ordularına “Asâkîr-i İslâm, Cündullah- (İslam’ın askerleri ve Allah’ın ordusu)” ve “Asâkir-i Mansure-i Muhammediye-Zaferlere Mazhar Muhammed Ordusu” adlarını vermişlerdir.
Kaşgarlı Mahmut adı geçen eserde, “Bu Allah’ın Türk milletine bütün insanlara karşı lutfettiği bir fazilettir. Çünkü Allah onlara ad vermeyi, kendi üzerine almıştır. Onları; yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz, suyu en güzel ülkelerinde yerleştirmiştir. Onlara “kendi ordum” demiştir. Bundan başka Türklerde beden güzelliği, edâ, büyüklere saygı, sözünde durma, sadelik, kahramanlık, mertlik gibi övülmeye değer sayısız faziletler vardır” der. (Kaşgarlı, 1333, s. 292)
Kaşgarlı’nın naklettiği bir diğer hadis ise Türk dili ile ilgilidir. Türk dilini öğrenmenin gereğine ve önemine dikkat çekilen ve Türkçeyi öğrenmeyi teşvik eden bu hadisin metni şöyledir:
“Türk dilini mutlaka öğreniniz. Zira mülk ve saltanat uzun süre onların ellerinde olacaktır” (Kaşgarlı,1333, C.1,s.3).
Kaşgarlı bu hadisle ilgili olarak: “Bu hadis eğer sahih ise, ona bağlanmak ve Türkçe’yi öğrenmek vacip olur. Yok, eğer sahih değilse, akıl ve mantık Türk dilinin mutlaka öğrenilmesini gerektirmektedir” (Kaşgarlı:3) demektedir ki tespit ve önerisinde son derece haklıdır derken de aynı görüşleri ifade ediyordu. Eski Türklerin Cihan hâkimiyeti ideali şimdi İslâm ideolojisi ile birleşmiş ve Türklere yeni bir ufuk açmıştı. Bu ve buna benzer çeşitli inançlar, Türklerin İslâmiyet’i kabul etmelerinden sonra da devam etmiştir. Zira Türk insanının mücadeleci ruhu ve Cihan Hâkimiyeti Ülküsü İslâmî inanışa da uygundu. İslâmiyet’ten önce kahramanlara verilen Alplık unvanı, İslâmiyet’ten sonraki dönemlerde Alperen şeklini alıyor, böyle hayat buluyordu. “Benim Türk adını verdiğim ve şarkta yerleştirdiğim bir ordum vardır. Bir kavme gazaplandığım zaman onları o kavmin üzerine saldırtırım” mealindeki hadis-i kutsi, İslâm dünyasında Türkler hakkında söylenen rivayet ve kehanetlere (Turan,1969, s.179) örnektir. Hz. Muhammed’in ; “Horasan’da Arap olmayan, güzel yüzlü hâkim bir insan zuhur edecek; onun adı da benimki gibi Muhammed olacak ve Büveyhilerin baskısına son verecektir. Horsan’dan Büyük Dervazat’a kadar fetihler yapacak. Irak, İran ve Mekke hutbelerinde adı okunacaktır” mealindeki hadis ile “Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız; Ümmetimin idaresi Türklerin eline geçecektir” mealindeki ve birçoğu Kütübü Sitte denen 6 sahih hadis kitabında yer alan Türklerle ilgili hadisler dilden dile dolaşıyordu. (bak: Kütüb-i Sitte Tercüme ve şerhi cilt 14: 306-307, Prof. Dr. İ. Canan, ayırıca Prof. Dr. Z. Kitapçı’ nın Hz Peygamberin Hadislerinde Türkler, Celal Yıldırım’ın İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri cil:4, s:1719, Sünen-i Davud 5. cilt, s:107 İbrahim Kocaşlı tercümesi vb. Hadis kitapları)
Türkler size ilişmedikçe siz de onlara ilişmeyin. Çünkü ümmetimin mülkünü ve Allah’ın onlara olan bol ihsanını onun elinden ilk alan Kan tura oğulları olacaktır.” (Camius-Sağir/ Süyuti: UTRÜK( Türkler) maddesi) (Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri cilt 4/ 1719)
Kaynakça:
- İmam Kurtubi; , El Camiu li-Ahkami’l-Kur’an
- Elmalılı Hamdi Yazır, (1992, Heyet) Hak Dini Kur’an Dili
- İsmail Hakkı BURSAVİ , (1337)İstanbul Kütüphanesi’nde kayıtlı “HADİS-İ ERBAİN“
- Mahmud Ustaosmanoğlu, (1991). Ruhu’l-Furkan Tefsiri 1,261,262, İstanbul 1991, Sirac Kitabevi
- Tevrat, Yaratılış, 11, 1)
- Ramazanoğlu Mahmud Sami,1985).Bakara Sûresi Tefsîri, 101, 102, Erkam Yayınları
- Celal Yıldırım,(1986). İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri. C, 4.
- Sünen-i Davud, 5. cilt, İbrahim Kocaşlı tercümesi.
- İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve şerhi, cilt 14.
- Kitapçı, Z. (1996).Hz Peygamber’in Hadislerinde Türkler, Konya.
- Güzel, A. (2004).”Kaygusuz Abdal” Ankara: Akçay Yayınları
- Nalbant, B.Ö. (2015). Bazı Türkçe Kısasü’l Enbiyalara Göre Âdem’in Dili, U.Ü. FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 17, Sayı: 28, 2015/1, sayfa. 69-76
- CEMİLOĞLU, İ., (1994), 14. Yüzyıla Ait Bir Kısas-ı Enbiya Nüshası Üzerinde Sentaks İncelemesi, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
- Şeyh Şerafeddin Zeynel Abidin. Menâkıb-ı Şerefiyye; Şeyh Şerafeddin Dağıstani Hazretleri (K.S) hakkani.org)