Yakın tarihimizde yaşanan Arap baharı Ortadoğu coğrafyasında ve özellikle Kuzey Afrika’da pek çok devletin yönetimini ve siyasi yapısını değiştiren en önemli olaylardan biri olmuştur. Arap Baharı’nın en çok etkilediği ülkelerden biri de yıllar boyu Muammer Kaddafi tarafından yönetilen Libya’dır. Kaddafi’nin linç edilmesi sonucu ölümü ve ülkenin bugün dahi devam eden istikrarsız yapısı, bölgenin en önemli konularından biridir.
Yakın dönemde yine Libya’da mevcut yönetimi desteklemek için Türk askeri Libya’da görevlendirilmiş ve bu durum bazı kesimler tarafından “Bizim Libya’da ne işimiz var” sorusunu sordurmuştur. Peki Libya, Türkiye ve Türkler için ne önem ifade etmektedir. Bizden çok uzakta işimizin olmaması gereken bir Arap devleti mi? Yoksa tarihimizde bize sıkı bağlar ile bağlı olan, kökümüzün ve etkimizin hala devam etti önemli bir ülke mi?
Libya önemli limanlara sahip oluşu nedeniyle Akdeniz Bölgesi’nin en önemli ticaret yollarından biri olup, ülkede yer alan petrol yatakları sebebiyle pek çok ülkenin gözüne diktiği bir devlet olmuştur.
Peki Libya da bizim işimiz yok mu? Siyasi olarak bu konu tartışılır ama tarihsel olarak Libya bizim ayrılmaz bir parçamızdır. Bir kere Libya bayrağı bile Türk izleri taşımaktadır. Gelin Libya’ya tarihsel açıdan bir göz atalım.
Libya’da bizim yani atalarımız Osmanlı İmparatorluğu tam 400 sene hüküm sürdü. Libya 1551 yılında Osmanlı İmparatorluğu (Turgut reis) tarafından fethedilmiştir ve Osmanlı tarihi boyunca en önemli eyaletlerinden biridir. Hani meşhur bir atasözü varya Fizan’a kadar yolun var, bu sözü duymuşsunuzdur, uzak bir yere gitmekten söz eden; bu dilimize pelesenk olmuş atasözünde geçen Fizan, günümüzde Libya’nın güneyinde yer alan ve özellikle Sultan Abdülhamit döneminde sürgün yeri olarak kullanılan bir bölge olup, son kaybedilen Osmanlı topraklarından biridir.
1551 yılında Osmanlı idaresine geçen Libya da bölgeye Anadolu’dan yeniçeriler gönderildi. Bu yeniçeri teşkilatı zaman içerisinde yerli Libya aşiretlerinin kızları ile evlenerek güçlenmeye başladılar ve adına Dayı sistemi verilen bir yönetim modeli gelmişti. Aslında yeniçerilere evlilik yasaktı ama Libya da bu sistem uzun yıllar devam ederken özellikle Kuloğlu ailesi, Libya da önemli bir mevkiye gelmişti.
İçsel çekişmelerini ve siyasi tamamlamasını 20. yüzyılın başlarında gerçekleştiren İtalyanlar, ilk olarak sömürge yarışından geride kalmamak için Libya’yı gözüne kestirmiş ve yaşanan savaşın ardından Uşi Antlaşması ile I. Dünya Savaşı öncesinde Libya, İtalyanlara bırakılmıştır. Ancak Osmanlı devlet yönetimi ve subayları Libya’ya terk etmemiştir. 115 kadar genç Türk subayı gizli yollardan 1911 yılında Libya bölgesine giderek yerel halkı, İtalyanlara karşı örgütlemiş Mustafa Kemal Atatürk’ün de aralarında bulunduğu bu gönüllü subaylar, Libya’da İtalyanlara adeta kök söktürmüştür.
I Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu sona erdikten sonra Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve Osmanlı toprağı olan bölgelerde Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte pek çok yeni devlet ortaya çıkmıştır. Yine Libya savaş sonrasında aslında bir devlet olarak ortaya çıkmamıştır. Libya’nın devlet olması 40 yıl daha sürecekti. Libya Devleti fiili olarak resmi 1952 senesinde yani II. Dünya Savaşı’nın bitiminden 7 yıl sonra Birleşmiş Milletler kararıyla kurulmuş bir ülkedir.
İki dünya savaşı ve arada yaşanan süreçte 1952 yılına kadar Libya’da müthiş bir bağımsızlık mücadelesi yaşanmış, temelleri ise 1911 yılında gönüllü Türk subayları tarafından atılmıştır. Bu olay Libya’nın bugün bağımsızlığını sağlamış olması açısından müthiş bir olaydır ve Enver paşa Libya’dan ayrılma emri verildiğinde oldukça kızmış, İtalyanları dize getirdiklerini mektubunda belirtmiştir.
1911 yılında Türk subaylarının Libya’da kurduğu direniş gücünün içerisinde daha sonradan Libya’nın bağımsızlık mücadelesinin en önemli sembollerinden ve savaşçılarından biri olan Ömer Muhtar da yer almaktaydı. Ömer Muhtar Libya direnişinin en önemli sembollerinden biri olup, bu devrimci lider özellikle Enver Paşa ile yakın çalışmış ve arkadaşlıkları olmuştur. Ömer Muhtar 73 yaşında 1931 yılında Faşist İtalyan güçlerince bir çarpışmada yaralanması sonucu esir düşmüş ve ne yazık ki asılarak idam edilmiştir.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de 1911 yılında yoğun abluka altındaki Libya’ya gazeteci Şerif takma adıyla gitmiş ve direnişin fitilini ateşleyen subaylardan biri olmuştur. Hatta Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Libya’da Ömer Muhtar’ın direniş hareketi devam ederken 1927 yılında Ömer Muhtar, Mustafa Kemal Atatürk’e bir mektup yollar. Ancak bu mektup Türkiye’ye ulaşmadan 1931 yılında Ömer Muhtarı yakalayan İtalyan komutan General Rodolfo Graziani’nin eline geçer.
Libya Devleti Birleşmiş Milletler kararıyla kurulan ilk devlettir. Libya Devleti Tabii ki kuruldu fakat devletin olmazsa olmazı bir bayrağa ihtiyaç vardı. Libya bayrağının oluşturan 3 renk bulunmaktadır. Bunlar yeşil, kırmızı ve siyahtır. Kırmızı bizim bayrağımızda da olduğu gibi şehadet, yani ülke uğruna dökülen kanları sembolize ederken, yeşil renk İslamiyeti, siyah renk ise asaleti anlamlandırmaktadır. Ortasına da Libya’da direniş harekatını örgütleyen ve bağımsızlığını kazanmasında mihenk taşı olan 115 Türk subayı ve Türkiye’yi temsilen Hilal ve ay yıldız yerleştirilmiştir. İlk Libya bayraği 1969 yılına kadar kullanıldıktan sonra darbe ile başa geçen Kaddafi bu bayrağı değiştirerek Baas partisinin renkleri ile yeni bir bayrak yürürlüğe koydu. Ancak 2011 yılında gerçekleşen iç hareketler sonucunda Kaddafi devrilince, Kral İdris döneminde kullanılan ilk bayrak tekrar yürürlüğe girdi ve günümizde resmi Libya Devleti bayrağıdır. Ortasında beyaz ay yıldız bulunmaktadır.
Libya ilk etapta krallık olarak kurulurken Kral İdris tahta geçmiştir. Ancak yeni kurulan bu devlette önemli bir sorun vardı ve yetişmiş yöneticisi yoktu. İtalyanlar sömürmeye çalıştığı dönemde Libya halkının okula gitmesine izin vermemişti. Kral İdris ülkesi Libya ile ilk dış hamlesi, tarihsel bağı olan Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak oldu.
Kral İdris ülkesinin yönetim kadrosunu güçlendirmek için eski dostları Türkiye’ye gözünü dikti ve yardım için ve 1940-1941 yılları arasında Bingöl Valiliği yapmış olan Sadullah Kuloğlu, bir gün Kadıköy’de ki evinde emekliliğin huzuruyla otururken bir telgraf geldi. Telgrafta Bingazi yani Libya’nin bağımsızlığına kavuştuğu, kendisine bu uğurda ihtiyaç olduğu ve en kısa zamanda İstanbul’da ki İngiliz elçiliğine başvurması gerektiği yazıyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin özel izni ile Libya başbakanı oldu. Lakabı Arap Kaymakam olmuştur. Peki neden Sadullah Kuloğlu bu göreve getirildi derseniz, yukarıda belirtildiği gibi Osmanlı döneminde Libya’da Kuloğlu ailesi uzun yıllar Libya aristokrasinde yer almış önemli bir soydur. Sadullah Kuloğlu babası da Libya’dan Abdulhamid döneminde İstanbul’a getirilmiş ve Sadullah beyde Türkiye’de eğitim görmüş, İstiklal ücadelesine katılmış ve sonrasında da Anadolu da kaymakamlıklar ve Valilikler görevlerinde bulunmuştu. Bingazi Emiri Sanusi Sadullah Beyin aile kökünü bildiği ve kendisinin de Türkiyede ki çalışmalarından haberdar olduğundan, yeni kurulan ülkede hükümettte yer alması teklifini sunmuş ve Sadullah bey de bu teklifi kabul etmiştir.
Sadullah bey İstiklal Mücadelesinde de yer aldığı için Emperyalistlerden nefret ediyordu. Haliyle o dönem İngilizlerle oldukça münakaşa etmiştir. İngilizler tarafından istenmeyen bir kişi olmuştur. 1952 yılında Libya’da hayata gözlerini yummuştur.
İşte Libya Devleti, Türkiye Cumhuriyeti ile bu kadar birbirine kökten bağlı iki devlettir. Ayrıca 1969 yılında Muammer Kaddafi’nin liderliğindeki Hür Subaylar darbesi ile Tahtan indirilen Libya’nın ilk Kralı İdris darbe gerçekleştiği sırada kaplıcada tedavi görmek maksadıyla Türkiye’de bulunmaktaydı.
Yararlanılan kaynak: wikipedia