İ‘LÂ-YI KELİMETULLAH VE NİZÂM-I ÂLEM NE DEMEKTİR? Muharrem GÜNAY
Türkçe sözlüklerde cihan ve âlem sözcükleri dünya, evren, kâinat anlamlarında, i’lâ yüceltmek, nizam ise, düzen anlamında kullanılmıştır. Kur’an’da 73 defa “âlemîn” seklinde çoğul olarak geçen kelimenin tekili “âlem”dir. Âlem kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de Allah dışındaki varlıklar için kullanılmıştır. İnsanlar bir âlem, hayvanlar bir başka âlemdir… Âlemlerin rabbi “Rabbülâlemîn” ise Allah’tır. Âlem sözcüğü kültür ve medeniyet bakımından bir birine yakın olan insan toplulukları için de kullanılmıştır. İslâm âlemi, Hıristiyan âlemi, Türk âlemi gibi.
Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi adlı eserin yazarı Osman Turan da nizam kelimesini düzen, âlem kelimesini de “evren, dünya ve dünya üzerinde yaşayan insanlar” manasında kullanmış ve kitabın kapağına eserinin adı olan “Türk Cihan Hâkimiyetimefkûresi” nin altına parentez içinde ”Türk Dünya Nizâmının Millî İslamî ve İnsânî Esasları” notunu düşmüştür. Demek ki “Nizâm-I Âlem” Türk Dünya Nizamı’nın adıdır.
Nizâm-ı âlem ve İ’lây-ı kelimetyullah ülküsünü hiç şüphesiz Tarih sahnesine çıkan ilk Türk devleti ile başlatmak gerekir. İlk Türk devleti ile ortaya çıkan Cihan Hâkimiyeti ülküsünün hedefi Güneş’in doğduğu yerden battığı yere kadar” her tarafı Türk idaresi altına almak dünyaya Türk Töresi ile nizam vermek, barış ve adalet getirmek yani Nizâm-ı âlem’di. “Gökyüzü çadır, güneş bayrak” diyen atamız Oğuz Han dünyanın tamamını fethetmiş bütün ulusları bayrağı altına toplamış, bir ve tek Tanrı yolunda uzun yıllar süren din savaşları yapmış “Oğullarım çok savaştım Tanrı’ya olan borcumu ödedim” demiş ve ruhunu Allah’a teslim etmişti. Demek ki hem Nizâm-ı âlem’in hem de İ’lay-ı kelimetullah ülküsünün temeli çok eski çağlara tâ Oğuz Han zamanına dayanıyordu.
Çok eski çağlardan beri milletimizde var olan Nizâm-ı âlem ve İ’lây-ı kelimetullah ülküleri Piri Türkistan Hoca Ahmed Yesevi’nin nefesiyle yeniden mayalanmış, Osmanlı’nın kuruluşunda Şeyh Edebali’nin nefesi ile filizlenmiş Hacı Bayram-ı Veli ve Akşemseddin hazretlerinin elinde Nizâm-ı âlem’e dönüşmüş; “Nizâm-ı âlem için karındaşların dahi katli vaciptir, ekser ulemâ böyle tecviz etmiştir” diyen Fatih Sultan Mehmed zamanında Kanunnâmelere girmiş ve devletin resmi ideolojisi olmuştur.
İ‘lâ ifadesi sözlükte, yüceltmek ve yükseltmek gibi anlamlara gelir. “Kelimetullâh” terkibi ise “Allâh’ın kelimesi” demektir. Bir dâvâ olarak bu ifade, Allah Te‘âlâ’nın adını, tevhid akîdesini ve ilâhî ahkâmı yüceltip hâkim kılmak şeklinde tanımlanır. Allah (C.C.) yolunda bu niyetle gerçekleştirilen gayret ve faaliyetlerin tamamı bu dâvânın kapsamına girer.
Türk Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi’nde İ’lâ-yı kelimetullah şöyle açıklanmıştır:
“Sözlükte “yükseltmek, yüceltmek” anlamındaki i‘lâ masdarıyla “Allah’ın sözü” mânasındaki kelimetullāhtan oluşan bu terkipte yer alan kelimetullahın, tevhid inancının esasını teşkil eden “lâ ilâhe illallah” (Allah’tan başka tanrı yoktur) sözünü ve daha genel olarak Allah’ın insanlığa gönderdiği son dini ifade ettiği kabul edilmektedir. Bu durumda i‘lâ-yi kelimetullah tabiri, Allah’ın dininin ve tevhid inancının yüceltilip yaygınlaştırılması yolunda gösterilen gayret ve faaliyetleri kapsamakta, cihad ve savaş kelimeleriyle birlikte Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça zikredilen “fî-sebîlillâh” (Allah yolunda) kavramıyla yakından ilgili bulunmaktadır. Müslümanları düşmanlara karşı Allah yolunda savaşa teşvik eden bir âyette Allah’ın, Peygamber’ine yardım ederek kâfirlerin kelimesini (küfür, şirk) alçalttığı, Allah’ın kelimesini de (tevhid) yücelttiği ifade edilir (et-Tevbe 9/40). Bazı insanların ganimet, bazılarının şöhret, bazılarının gösteriş için savaştığı, hangisinin Allah yolunda olduğu Resûl-i Ekrem’e sorulunca yalnız Allah’ın kelimesinin yüceltilmesi için savaşanın Allah yolunda olduğunu belirtmiştir… (Buhârî, “Cihâd”, 15; “Tevḥîd”, 28; Müslim, “İmâre”, 149-151) (Türk Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, İ‘lâ-yi Kelimetullah Maddesi.) ”
Ayrıca yüce kitabımızda evlerinde oturanlarla Allah yolunda cihada çıkan ve Allah’ın adı Yücelsin diye yani “İ’lâ-yı kelimetullah” için mucadele edenlerin bir olmadığına dikkat çekilerek şöye buyrulur:
“Mü’minlerden özürsüz olarak (izin alarak cihada çıkmayıp evlerinde) oturanlarla, malları ve canlarıyla Allah yolunda (İlâyi kelimetullah için Allah adı yücelsin diye) savaşanlar bir değildir. Allah mallarıyla ve canlarıyla savaşanları, derece bakımından oturan (savaştan geri kalan)lardan (kat kat) üstün kıldı. Bununla birlikte Allah, her birine de (sâlih kullar olmaları dolayısıyla) en güzel (şey olan cennet)i vaadetmiştir. Allah savaşanları, oturan (savaşmayan)lardan büyük bir mükâfat ile üstün kıldı. (Onlara) kendi katından hem dereceler, hem de bağışlanma ve rahmet vardır. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir” (Nisa 4/ 95-96).
Yine yüce kitabımızda Allah’ın adını i’lâ etmek yani yüceltmek ve üstün kılmak için mücadele ederken ölenlere “Ölüler” demeyiniz, aksine onlar ölmez, şehidler ölmez denilerek şöyle buyrulmaktadır:
“Allah yolunda öldürülen kimseler hakkında “ölüler” demeyin. Hayır, aksine onlar diridir, fakat siz (bunu) anlayamazsınız (Bakara 2/154).
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar Rableri katında diridirler ve rızıklanırlar. (Hem de) Allah’ın kendilerine lütfettiği (şehitlik rütbesi)ne kavuşmaları sebebiyle sevinç içerisindedirler. Arkalarından henüz kendilerine (şehit olarak) katılmamış olanlara da, hiçbir korku ve üzüntü olmayacağını müjdelemek isterler”(Ali İmran 3/169-170).
Yukarıdaki ayeti kerimeler ve hadisler Türklerin İ′la-yi kelimetullah’ı bir hayat tarzı haline getirmelerine vesile olmuştur. Oğuz Han zamanından beri süregelen “Yüce Tanrı’nın rızasını kazanmak” ve Osmanlı dönemindeki “İ’lâyi Kelimetullah-Allah’ın adını yüceltmek ve üstün kılmak” için savaşmak düşüncesi Türk insanının millî ve dîni ülküsü, devletin ise resmi ideolojisi olmuştur.
Oğuz Han cihadı nasıl ki Allah rızasını kazanmak ve O’na olan borcunu ödemek için yapıp “Oğullarım çok savaştım Tanrı’ya olan borcumu ödedim” demişse bu düşünce Oğuz neslinden gelen bütün hakanların ve Türk devletlerinin resmi ideolojisi olmuştur.
Osmanlı resmi ideolojisinin bel kemiğini İslam teşkil eder. Safevi devleti Şiilikten nasıl bir siyasal ideoloji çıkarmışsa, Osmanlı Devleti de ehl-i sünnet inançlarından mukabil bir siyaset ideolojisi oluşturmuş, İran’ın ideolojisini Rafizilik” olarak tavsif ve mahkûm etmiştir. Osmanlı resmi ideolojisinin İslam’la sıkı münasebetinin diplomatik belgelerde pek çok göstergesi vardır. Mesela Osmanlı sultanlarının kullandıkları “el-müeyyed min ındillah” (Allah tarafından desteklenmiş) unvanı en tipik göstergelerden sadece biridir. Bu göstergelerin en açıkta olanlarından biri de bilindiği gibi sultanların daima öne çıkarmaktan çok hoşlandıkları “Sultanu’l-guzât ve’l-mücahidin” (gâzilerin ve mücahidlerin sultanı) unvanı veya “İ’lây-ı Kelimetullah” veya “İ’lây-ı Kelimetullahi’l Ulyâ” (Allah’ın yüce adını yüceltmek) kavramında olduğu üzere, güçlü bir Allah yolunda cihad ve gazâ ideolojisi vurgusudur (Ocak, 2004, s. 78-79).
Osmanlının yayılışı, bağlı olduğu dünya görüşünün, bayraktarlığını yaptığı inancının gereğiydi. Osmanlının kuruluşu cihad ideali üzeredir ve bu devlet, bu idealin hakkını vermek için çalışmıştı. Osmanlı, sürekli olarak Allah adını yüceltmek, O’nun buyruklarını hâkim kılmak (îlâ-yı kelimetullah) için savaşmıştır (Maksudoğlu, 2003,s.18.).
Kızılelma’dan söz edildiğinde hemen aklımıza Kızılelma’nın yanında ondan ayrılmayan Nizam-ı âlem” ve “Î′lây-ı kelimetullah ülküleri gelir. Nizâm-ı âlem ve İ’lây-ı kelimetullah ülküleri bizim milli ve insani ülkülerimiz olduğu kadar aynı zamanda İslâmi ülkülerimizdir. Fakat her ne hikmetse bu ve buna benzer ülkülere diğer İslam milletlerinde rastlanmamıştır. Nizâm-ı âlem ülküsü İslam öncesindeki Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi’nin İslâmi dönemdeki adıdır. Eski Türk Cihan Hâkimiyeti ülküsünün hedefinde dünyaya Türk Töresi ile nizam vermek ve dünya barışını tesis etmek düşüncesi varken; İslami dönemlerle birlikte Nizâm-ı Âlem adını alan bu ülkünün hedefi Allah’ın silm/barış ve şefkat dini olan İslamiyet’le âleme/dünyaya nizam vermektir. Nizâm-ı Âlem asla tüm dünyayı istila etme, ele geçirme ülküsü değildir. Nizâm-ı Âlem, dünya üzerinde yaşayan ırkı, milliyeti, mezhebi ve dini ne olursa olsun tüm insanlığa barış ve adalet dağıtma ülküsüdür.
Eski Türkler gibi, Osmanlı Hakanlarının da fetih gayelerinin ülkeler ve topraklar fethetmek olmayıp, cihâna nizam vermek, dünya barışını tesis etmek ve Allah’ın adını yüceltmek” i’lâyı kelimetullah” gibi yüce fikir ve düşüncelerden kaynaklanmakta idi. Nitekim Osman Gazi, oğluna meşhur vasiyetinde şöyle diyordu: “Bizim yolumuz Allah yoludur. Maksadımız Allah’ın dinini yaymaktır. Yoksa, kuru kavga ve cihangirlik davası değildir!”
Osmanlı Devleti’nin esasını gazâ ruhu teşkil ederdi. Az zamanda üç kıtaya ve açık denizlere yayılması; sağlam bir teşkilat ve güçlü bir cemiyet kurması ve farklı milletleri barış içerisinde bir arada yaşatması bu sayede olmuştu bu duruma dikkat çeken İsmail Hâmi Danişmend Bey adı geçen makalesinde bu duruma şöyle dikkat çeker:
“Eski Türk halkının Kızıl Elma dediği ve azamet devrinde o halkın maneviyatını idare eden ulemanın da sulh zamanlarında bile “Dar-ül Harb” ve “Dar-ül Cihad” isimleriyle andığı uzak-yakın şark ve garp ülkelerinin millî ideal sınırlarına girmesi gelişi güzel bir istila siyasetiyle değil, milletleri mahalli idarelerin üstünde umumi ve müşterek bir nizam altına almak fikriyle izah edilebilir” (Danişmend, 1966, s.127).
Danişmend’in “müşretek bir nizam” dediği nizam; tarihimizde “Türk Cihan Hamimiyeti”, “Nizâm-ı âlem” şeklinde tezahür etmiş olup, hedefi; kan ve gözyaşının akmadığı bir dünya kurmak ve dünya barışını tesis etmek düşüncesinden ibarettir.
İ. H. Danişmend’in “Kızılelma’nın Çürüyüşü” adlı makalesinde 1532’deki Alman seferinin sebeplerini ”Bu Beşinci sefer-i Hümayun’da takip edilen maksat, Avrupa’yı fethedip doğrudan doğruya Türk idaresine almak değil, Türk üstünlüğüne karşı gelebilecek hiç bir kuvvet bırakmayarak, tekmil Avrupa üzerinde umumi bir hegemonya kurmaktır” Danişmend, 1966, s.131) şeklindeki açıklaması da Türk Cihan Hâkimiyeti ve Nizâm-ı âlem düşüncesinin asıl hedefinin ülkeler ve topraklar fethetmek olmayıp tıpkı Göktürk Kitabelerinde de geçtiği gibi; başlıya baş eğdirmek, dizliye diz çöktürmek, düşmanlıktan vaz geçirmek ve barışa mecbur etmek, gönülleri fethedip dünya barışını kurmaktı.
Prof. Dr. Recai Coşkun Hoca Düşünce Dünyasında Türkiz adlı dergideki yazısında i’lâ-yı kelimetullah konusunda şöyle diyor:
“Kızılelma’dan Söz edildiğinde, hele de zaman Osmanlı Devleti fütuhatına denk düşüyorsa “Nizam-ı âlem” ve “Î′lây-ı kelimetullah” akla ilk gelen kavramlardır. Bunlar Osmanlı Döneminde Türklük ideallerine İslami lezzet katılmasıyla ortaya çıkmıştır. Lakin burada dikkat çeken bir husus vardır. Hem “Nizam-ı Âlem” hem de “Î′lây-ı Kelimetullah” özlerinde birer İslami mefhum olmakla birlikte bunlar İslam dünyasında sadece Türklüğün zihniyet ve ülkü dünyasında karşılık bulmuşlardır. İlahi sır.”
Bu iki kavram memalik-i İslam’da niçin sadece Türkler tarafından sahiplenilmiştir? Bu tespitten şöyle bir çıkarsama yapmak mümkündür: Kızılelma Ülküsü, Türklerin millî ruhlarında gömük olarak yaşar ve tarihin akışı içerisinde kendisine yeni bir biçim bulur. Öz değil ama zaman ve şartlarda başkalaşmalar bu biçimin yenilenmesine vesile olur. Belki tam tersinden de okunabilir bu durum. Dünyaya hükmetme Ülküsü, aslında Türklerin İslamlığının teminatıydı. Bir koza gibi Türk millî ülkülerini içerisinde besledi ve son dine hazır bir hale getirdi. Türkler Araplarla ilk karşılaştıklarında ortaya çok hoş hikâyeler çıkmadı, lakin İslamlıkla karşılaştıklarında kendi değer sisteminin cismanileştiği bir dinle buluşmuşçasına bu bayrak altına geçtiler. Böylece tarihi koşuları da esas manasını bulmuş oldu (Coşkun, 2014, S.36).
Kızılelma’yı Klasik Türk Şiirinde İslâmiyet’teki fetih anlayışıyla Türklerin cihan hâkimiyeti idealinin birleştiği bir kavram olarak okuyabiliriz. Âşık Çelebi Kızılelma ile İslam’ı bir beytinde şöyle bir araya getirmektedir:
Dikilsün ṣancaḳ-ı İslâm sîb-i Müslimî yensün
Ṣalup eyvâyı ehl-i nâra ‘azm it Ḳızılelma’ya (Hançerlioğlu 1988, s. 113).
Beyitte İslâm sancağı bir ağaç gibi tasavvur edilmiş ve “sîb-i Müslimî” yenmesi için onun dikilmesinden bahsedilmiştir. Yine burada dehşet ve korku salmak anlamına geldiğini düşündüğümüz “eyvâ salmak” ile Kızılelma, beyitte bir tenasüp (uyuşma) oluşturur (Şen, 2017, s. 206).”
Demek ki Türk’ün Kızılelması Cenâbı Allah’ın Türk’e gösterdiği yer ve hedefler peşinde koşmak ve Allah’ın adını i’lâ etmek yani yüceltmekti. Bu bakımdan İ’lâyı kelimetullah ülküsü Türk milletinin hem millî hemde İslâmî hem de insâni ülküsü olmuştur.