FİLİSTİN GERÇEKLERİ
Yüz yılı aşkın bir süredir dünya kamuoyunu meşgul eden ve özellikle Müslümanların büyük zarar gördüğü bir mesele olan Filistin meselesini, tarihi, politik ve kültürel yönleriyle ele almak gerekiyor. Bununla birlikte din konusunun da Filistin meselesinde inkâr edilemez bir etkisi olduğu gerçeğini anlamak gerekiyor.
Yahudilerin Tevrat’ta vaad edilen topraklara kavuşarak yeniden dünyaya hükmetme çabaları Sultan II. Abdülhamid zamanında belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Daha önceki dönemlerde dünyanın birçok noktasına dağılan ve oldukça zor şartlar altında yaşam süren Yahudileri yeniden bir bayrak altında toplamak fikri önde Yahudi zenginleri tarafından finanse edilen bir konferansta Theodore Herzl tarafından ön plana çıkarılmıştır. Bu çerçevede Nil nehri ile Fırat nehri arasındaki topraklarda Kudüs’ü merkezine alan bir İsrail Devleti kurulmalı ve dünyadaki bütün Yahudiler bu devletin bayrağı altında toplanmalıydı. Konferansta atılan ilk adımla birlikte ileride kurulacak olan İsrail Devleti’nin bayrağı da şekillenmiş oluyordu. Nil ve Fırat’ı temsil eden iki mavi çizgi arasındaki Davut yıldızı planlanan devletin sembolü olmuştur.
Bu planlamalar yapılırken Yahudilerin göz diktiği topraklar Osmanlı hâkimiyetinde bulunuyordu. Birkaç defa bu toprakları para ile satın alarak karşılığında Osmanlı Devleti’nin bütün borçlarının silinmesi teklifinin Herzl tarafından Abdülhamid’e iletildiği ancak bunun kesin bir dille reddedildiği herkesin bildiği bir konu. Ayrıca Sultan Abdülhamid özellikle Filistin ve Kudüs bölgesinden Yahudilerin toprak almasını zorlaştıracak önlemler almış, bu bölgedeki bazı toprakları da kendi mülkü ilan etmiştir.
Ancak Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesinden sonra çok hızlı bir şekilde Filistin bölgesine yerleşmeye başlayan Yahudiler özellikle Kudüs etrafında kümelenerek Siyonist İsrail Devleti’nin temellerini atmaya başladılar. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve buna bağlı olarak bölgede oluşan otorite boşluğu ve ayrıca İngiltere’nin önemli destekleriyle bu topraklara tamamen yerleşen Yahudiler buranın kendilerine yurt olarak verilmesinin artık resmîleşmesini bekliyorlardı.
Aslında Siyonist Yahudilerin özellikle Filistin toprakları üzerine yerleşme arzuları sadece dini bir gerekliliğe dayanmıyordu. Bölgenin ticaret yollarına yakın oluşu, petrol yatakları bakımından zengin olması ve Nil deltasının verimli toprakları bölgeyi daha cazip yapıyordu.
1948 yılında ilan edilen İsrail Devleti’ni Araplar kabul etmediler ve Yahudi Arap savaşı böylece patlak vermiş oldu. Ancak her seferinde batı dünyası tarafından da desteklenen İsrail Arapları yenilgiye uğrattı ve Filistin topraklarında varlığını kabul ettirmiş oldu.
Günümüze gelinceye kadar Filistin yerleşim yerlerini Yahudi yerleşim yerleri olarak değiştirmeye devam eden ve Yahudiler için yeni yerleşim yerleri açmaya devam eden İsrail Birleşmiş Milletler ’in kararlarına aykırı olarak devam ettirdiği bu adımları sebebiyle Filistinlilerle devamlı bir çatışma ortamı oluşmasına sebep oluyor. Filistinli Müslümanların yaşam yerlerini yıkarak Yahudiler için kullanan ve bu şekilde nüfus yönünden de çoğunluğu yakalamak isteyen İsrail yakın zamanda Kudüs’ü de başkent ilan ederek Büyük İsrail Devleti yolunda önemli adımları bir bir atarak bölgeye kan ve gözyaşından başka bir şey katmamıştır.
İsrail’in uluslararası hukuka aykırı olan bu fiillerine Müslüman Araplar birlik olamadıkları için doğru düzgün bir ses çıkarıp tepkilerini ortaya koyamıyorlar. En büyük ve gür ses Türkiye’den çıksa da gösterilen bu haklı tepki şu ana kadar tam olarak karşılığını bulmuş değil.