Yaklaşık üç yüz dil ve üç yüz farklı gelenek var. Ancak tüm bu geleneklerin en azından bir ortak özelliği var, o da doğaya yakınlıkları. Kızılderili kendini doğadan ayrı değil, onun bir parçası olarak görür. Toprak Ana, bedeninin geldiği yerdir. Gökyüzü büyükbabası, ay büyükannesidir. Dört ayaklı kardeşleri, kanatlı kardeşleri, iki ayaklı kardeşlerinin hepsi, onun için aynı değerdedir. Doğayla içi içe yaşamak, korku duyulacak bir şey değildir. Tehlikelerin farkındadır, doğanın gücü karşısında aciz olduğunu bilir, ancak üstün gözlem yeteneği ve sabrı sayesinde doğayı en az kendini tanıdığı kadar tanır. Yaşayan hiçbir varlığı kendisinden farklı görmez. Çevre konusunda uzman olan Leroy Küçük Ayı (Kanada, Lethbridge Üniversitesi) Kızılderililer için bugün de geçerli olan düşünce tarzını dile getiriyor: “Ağaçlar canlı olduğu için ruhları vardır; ruhları olduğu için benimle aynıdırlar.”
Tatanga Mani, Yürüyen Bufalo, adındaki bir Stoney Kızılderilisi, 1960’lı yıllarda Londra’da bir konuşma yapmıştı. Beyazların okullarında eğitim gördüğü halde “doğayı tanımaya çalışmaktan” asla vazgeçmeyen Tatanga Mani, bugünün şehirleri için şöyle demişti:
” Biliyorsunuz, dağlar her zaman taş binalardan daha güzeldir. Şehirde yaşamak, yapay bir varoluştur. Orada birçok insan, ayaklarının altında gerçek toprağı hissedemiyor, saksıdakiler dışında bitkilerin büyüyüşünü göremiyor ya da caddelerin ışıklarından, geceleyin yıldızlarla süslenen büyüleyici gökyüzünü görebilecek kadar uzaklaşamıyor. İnsanlar, Yüce Ruh’un yarattıklarından uzakta yaşadığında, onun kanunlarını da kolayca unutuyor. ”
Tüm canlı varlıkları kendileriyle aynı seviyede kabul eden Kızılderililer, hala bir hayvan avladıklarında öldürdükleri hayvanın ruhuna teşekkür eder, onu yalnızca yiyeceğe ihtiyaç duydukları için öldürdüklerini, onun hızına, ustalığına saygı duyduklarını söylerler. Bir ağacı kestiklerinde ağaca teşekkür eder, ihtiyaç duyduklarından fazlasını asla almazlar. Ormandan geçerken tek sıra halinde yürürler – ormanda yaşayan canlılar, onların ormana sahip çıktıklarını düşünmesin ve sadece oradan geçmekte olduklarını anlasın diye.
Bugün beyazların doğal kaynakları neredeyse tükettiği yerlerde, Kızılderililerin de avlanması yasak. Hem geleneklerini, hem de yaşamlarını sürdürmek için avlanmak zorunda olan Kızılderililerle beyazlar arasında bu nedenle birçok anlaşmazlık yaşanıyor. Balinaları Kızılderililer tüketmedi. Ancak şimdi balina avlamak isteyen Kızılderililere çevre düşmanı gözüyle bakılıyor. Bu tip tartışmalarda kolay kolay çözüme ulaşılamıyor. Beyaz adamın doğaya duyarsızlığının cezasını gene Kızılderili ödüyor.
Kızılderililer doğaya yalnızca saygı duymakla kalmıyor, aynı zamanda doğayı çok da iyi tanıyorlar. Gözlem yetenekleri, onların adeta birer doğa bilgini olmalarını sağlıyor
Bir Kanada Kızılderilisi’nin sözleri:
” Kızılderili olmak benim için çok önemli. İnsanları dinlediğimde, kimi kitaplardan okuduğu hakkında, kimi kendinden önce yazılanlar hakkında konuşuyor. Ama bir Kızılderili olarak ben, gördüklerim hakkında konuşabilirim. Duyduğum hayvanlar, çiçekler hakkında. Gökyüzüne bakarım ve gökgürültüsü kuşlarını, kartalları görürüm. Ve gökyüzünde uçuşan bütün küçük hayvanları. Toprak Ana’ya baktığımda, bize verdiği ilaçları görürüm. Çalılara bakarım, yemişleri görürüm. Bütün bunlar içimde saygı uyandırır, ve Tanrı’nın bir Kızılderili olarak bana verdiklerini düşünürüm. ”
Beyazlar Amerika kıtasına ilk geldiklerinde Kızılderililerin gözlem yeteneğinden ve doğa bilgisinden çok yararlandılar. Hatta Kızılderililerin yardımı olmasa, beyazların çoğu hayatta bile kalamayacaktı. Kızılderililer, ormanda iz sürme, avlanma, bitkilerden ve hayvanlardan yararlanma konusunda beyazlara pek çok şey öğretti. Bazı beyaz yerleşimcilerin tuttuğu günlüklerde, Kızılderililerin değişik bitkiler kullanarak onları tedavi ettiği anlatılır. Çevresindeki bitkileri çok iyi tanıyan Kızılderili, hemen her hastalığa iyi gelecek bir bitki, ya da karışım bulmuştu. Ancak suçiçeği, grip, kızamık gibi beyaz adama özgü hastalıklar kapısını çaldığında, geleneksel ilaçlarının hiçbiri işe yaramadı. Beyaz adamı tedavi eden Kızılderili, bu hastalıklara bağışıklığı olmadığı için yenik düştü. Günümüzün Kızılderilileri hala büyük ölçüde bitkilerden yararlanıyor. Herhangi bir hastalığa iyi gelecek bitkileri bazen rüyalarında gören şifacı Kızılderililer, pek çok kişiyi tedavi ediyor. Hatta yakın zamanda Kızılderili bir kadının bulduğu bitki karışımının kanser tedavisinde çözüm olabileceği konusu tartışılıyordu. Yaşam nedir? Geceleyin bir ateş böceğinin saçtığı ışıktır. Kışın, bufalonun soluğudur. Otların arasında koşan ve günbatımında kaybolan gölgeciktir.
Kızılderililer doğaya hala aynı derecede duyarlı. Özellikle Kızılderili Bölgelerinde yaşayan ve hala avlanan Kızılderililer, doğaya en yakın yaşayanlar. Şehirlerde doğup büyüyen Kızılderililer, elbette doğaya onlar kadar yakın değil. Ancak çoğu, sık sık şehir yakınlarındaki ormanlık alanlara, dağlara gidiyor. Buralara piknik için değil, değişik törenler için gidiyorlar. Bugün çevre kirliliğine tepki gösteren pek çok kişiden duyduğumuz sloganların bazıları da aslında Kızılderililerin söylediği sözler. Hatta Ankara belediye otobüsü biletlerinin arkasında da Kızılderililere ait bir söz yazardı: “Biz bu dünyayı atalarımızdan miras değil, çocuklarımızdan ödünç aldık.” Kızılderililerin çevrelerine zarar vermemeye gösterdikleri özen, yine bir reisin sözlerinden açıkça anlaşılıyor.
Doğa ve Kızılderili
Reisler, yalnızca kendinizi düşünmeyin, Ya da kendi kuşağınızı, Ailelerinizin gelecek kuşaklarını düşünün, Torunlarınızı düşünün, Ve yüzleri toprağın altından çıkacak olan, henüz doğmamışları…
Altı Ulus Iroquois Konfederasyonu sözcüsü Oren Lyons (Onondaga), en önemli kanunların “Doğa Kanunları” olduğunu söylüyor. Lyons’un sözleri, günümüz Kızılderililerinin, atalarının yüzyıllardır söylediği şeyleri hala uygulamakta olduğunu gösteriyor:
” Doğa kanunları, insan kanunlarından üstündür. İnsan kanunlarını ihlal edenler avukatların, yargıçların elindedir, ve çoğu zaman suçlular bile kurtulur. Ama doğa kanunu öyle değil. Doğa kanunlarına karşı gelirseniz, gerçekten cezalandırılırsınız – hem de çok kötü. Doğa kanunlarından biri, her şeyi temiz tutmaktır, özellikle de suyu. Suyu yok ederseniz, yaşamı yok edersiniz. Bunu herkes bilir. Toprak Ana üzerindeki tüm yaşam, temiz suya bağlıdır, ama biz hala her türlü pislikle suyu zehirlemeye devam ediyoruz. Sizin kanunlarınız buna tamam diyebilir, ama hayır, tamam değil. Doğa kanunları insan kanunlarını dikkate almaz. Doğa kanunlarıyla oynayamazsınız.
Suyu öldürürseniz, yaşamı öldürürsünüz – kendinizinkini de. İşte doğa kanunu budur.. Diğer bir doğa kanunu da tüm yaşamların eşit olduğudur. Bizim felsefemiz bu. Yaşama saygı duymanız gerekir – tüm yaşamlara, yalnızca kendinizinkine değğil. Toprağa saygı duymazsanız, onu yok edersiniz. İnsanoğlu bazen yönetici konumunda olduğunu düşünüyor, ama değil. İnsan yalnızca bütünün bir parçası. İnsanın sorumluluğu var, gücü değil. ”
Bugünün Kızılderilileri, gerek felsefeleri, gerek doğa konusundaki bilgileri bakımından atalarından hiç de farklı değil. İşte bu nedenle, bilim adamları da çevre konusunda sık sık Kızılderililere danışıyor. Birleşmiş Milletler’in birkaç yıl önce hazırladığı çevre konulu raporda yer alan sözler, Kızılderililerin doğayla olan ilişkilerini özetliyor: ” Çevre ile ilgili herhangi bir şey bilmek istiyorsanız, Kızılderililere sorun. ”
Gözyaşı Yolu
Cherokeelerin, 1835 tarihli antlaşmayla Mississippi’nin batısına aktarılması planlanmıştı. Ancak Appalachia Dağları’nda altın bulunmasıyla sabırsızlaşan beyazlar General Scott komutasında, 1838’de Cherokeeleri kamplara toplayıp göçe zorladılar. Üç ay süren “Gözyaşı Yolu” yolculuğunda yaklaşık dört bin Kızılderili açlık, soğuk ve hastalıktan öldü. Görev başarılmış, Cherokee toprakları beyaz yerleşmecilere açılmıştı. Ama bu trajediye beyazlar bile tepki gösterdi. Büyük ovalarda yaşayan Kızılderililer ise beyazların sözüne güvenmemek gerektiğini çok iyi anlamışlardı.
Ayakta Duran Ayı _ Sioux Kabilesi
Kızılderilinin sahip olduğu topraklarda hiçbir şey beyaz adamı memnun etmedi ve hiçbir şey onun değiştirici elinden kurtulamadı. Nerede kesilip indirilmemiş orman varsa, nerede hayvanlar kuytu köşelerinde dinlenebiliyorsa, nerede yeryüzü dört ayaklılardan mahrum değilse, soluk benizliler oraya “ehlileştirilmemiş yabani arazi” dedi.
Halbuki bize göre yabani, vahşi yer yoktur. Tabiat tehlikeli değil, misafirperverdir; korkutucu değil, arkadaşçadır. Bizim felsefemiz korkudan ve önyargıdan uzak, sağlıklı bir düşünce sistemidir. Bu noktada beyaz adam ve Kızılderili inançları arasında önemli bir fark buluyorum.
Kızılderili inancı, etrafını çevreleyen her şeyle insanın ahengini gözetir; beyazlar ise çevreye tahakkümü esas almıştır.
Kızılderililer aradıkları her şeyi, paylaşma ve sevgide buldu; ama beyazlar aradıklarını korkarak savaşmada buldu.
Biri için dünya güzellik doluydu. Diğeri için öteki dünyaya gidene kadar tahammül edilmesi gereken günah ve çirkinlik dolu bir yerdi; o daima Yaratıcı’ya yarattığı dünyayı değiştirmesi için dua eder, kötüleri cezalandırmasını, dünyaya ışık göndermesini diler. Bu adam bizi anlayamayacaktır.
Bizim yaşlılarımız bilir ki insan tabiattan uzaklaştıkça kalbi sertleşir. Yaşayan varlıklara saygı duymazsanız onlar da kısa bir süre sonra insanoğlunu hesaba katmaz olacaklardır. Bu sebeple biz çocuklarımızı tabiatın yumuşak eline yatkın yetiştiririz.
Yaralı Diz Soykırımı
Oturan Boğa’nın öldürülmesinden sonra birçok Kızılderili Koca Ayak’ın yanına kaçmıştı. Bunun üzerine hapsedilmesi istenen ihtiyar reis, dostu Kızıl Bulut’un yanına doğru halkını yola çıkardı. Yaralı Diz Deresi’nde süvariler tarafından etrafı çevrilen çoğunluğu kadın ve çocuktan oluşan gruba, küçük bir sürtüşmenin tetiklediği korkunç bir saldırı gerçekleştirildi. Hemen ölmeyenler, olayına ardından patlayan kar fırtınasında donarak hayatını kaybetti. Koca Ayak’ın 350 kişilik kabilesinden geriye sadece dört erkek ile kırk yedi kadın ve çocuk kaldı. Yaralı Diz kıyımı, günümüzde de Kızılderililer arasında en çok hatırlanan olayların başında gelir.
Doğa ve Kızılderili (2)
1871 yılında doğan “Tatanga Mani” ya da Yürüyen Boğa adlı, yaşamı boyunca doğayı anlamaya çalışan Stoney kızılderilisi, yaşlılığında Kanada hükümeti tarafından Kızılderili halkının temsilcisi olarak bir dünya turuna çıkarılır. 87 yaşında, Londra’da yaptığı bir konuşmada, Kızılderililerin Yüce Ruh’la ve onun yarattığı doğa ile olan ilişkisini şu şekilde dile getirir:
” Biliyorsunuz, dağlar her zaman taş binalardan daha güzeldir. Şehirde yaşamak, yapay bir varoluştur. Orada birçok insan, ayaklarının altında gerçek toprağı hiç hissedemiyor, saksıdakiler dışında bitkilerin büyüyüşünü göremiyor ya da caddelerin ışıklarından geceleyin yıldızlarla süslenen büyüleyici gökyüzünü görebilecek kadar uzaklaşamıyor. İnsanlar Yüce Ruh’un yarattığı sahnelerden uzakta yaşadığında, onun kanunlarını da kolayca unutuyorlar.
Biz her şeyin yaratıcısı ve yöneticisi olan Yüce Ruh’la iyi geçiniyorduk. Siz beyazlar bizim vahşi olduğumuzu sandınız. Bizim dostlarımızı anlamadınız, anlamaya çalışmadınız. Biz güneşe, aya ya da rüzgara övgüler düzerken, siz bizim putlara taptığımızı söylediniz. Hiç anlamadan, yalnızca bizim tapınma şeklimiz sizinkinden farklı diye, bizi kayıp ruhlar olarak nitelediniz.
Biz Yüce Ruh’un eserlerini her şeyde görürdük, güneşte, ayda, ağaçlarda, rüzgârda, dağlarda…
Bazen bunlar aracılığıyla ona yaklaşırdık. Bu çok mu kötüydü? Bence biz Yüce Varlığa, bize putperest diyen beyazların çoğundan daha güçlü bir imanla, gerçek bir inançla bağlıyız. Doğaya ve doğanın yöneticisine yakın yaşayan Kızılderililer karanlıkta değildir.
Ağaçların konuştuğunu bilir miydiniz? Evet, konuşurlar. Birbirleriyle konuşurlar, kulak verirseniz sizinle de konuşacaklardır. Asıl sorun, beyazların dinlememesidir. Kızılderilileri dinlemeyi hiç bir zaman öğrenemediler, bu yüzden doğadaki başka sesleri dinleyeceklerini de hiç sanmıyorum. Oysa ben ağaçlardan çok şey öğrendim, bazen hava, bazen hayvanlar, bazen de Yüce ruh hakkında. “